29 Aralık 2009 Salı

ne kadar da zormuş gitmek... bir yanım hep seninle kalmaya mecburmuş meğer...

20 Kasım 2009 Cuma

zaman nasıl da fütursuzca geçiyor. sanki alıp gittikleri benim değilmiş gibi harcıyor yaşamımı. birgün sinema çıkışında elmalı şekerle çıkıyor karşıma... diyor ki insanın ruhu hep karanlık, çırpınışın boşuna. kendinle kalmaya mahkumsun. aynı geride kalan diğerleri gibi. elmalı şekeri alıp ısırıyorum, görünüşünün güzelliğinin altında kalan acı tat. içindeki çürüğü saklıyor. bir ısırık daha alıyorum... sonra bir daha... her ısırıkta o tat biraz daha yayılıyor bedenime. aynı geride kalan diğerleri gibi. her seferinde biraz daha katılıyorum karanlığa. gecenin sonu hep aydınlık. uyanacağız birgün diyorum kedi kendime... sonra yine o ses. arkamı dönüyorum sokak boş. sadece ayak sesleri. köşeyi dönerken görüyorum onu. arkasından koşuyorum. beni böyle burada yapayalnız bırakamaz. tekrar kalamam... her adım atışımda biraz daha uzaklaşıyor. hayır, doğru değildi duydukların. ben uyanmak istemiyorum ve kimseye söylemedim bunu. lütfen gitme. tekrar olmaz... diyorum. duruyor., arkasına bakıyor. hatırladığım son şey dudaklarında yabancısı olduğum o gülümseme. sonra gözleri kör edecek kadar parlak olan o ışık yayılıyor vücudundan. bayılmışım... elimde elmalı şeker ve onu tadan yavru kedi. geçmiş miydi hepsi...
aydınlık mı artık. tuhaf sesler duyuyorum. bunlar da ne... gökyüzünde uçuşan birşeyler var. hayır dans ediyorlar. kedi... elmalı şekerimi almış gidiyor. dur, nereye gidiyorsun o benim... dans edenlerden biri yanıma iniyor. kulağıma fısıldıyor. kalk artık ayağa, oyun bitti!

16 Kasım 2009 Pazartesi

ne sözler söylendi aşka dair




hepsi de birer yanılsamaydılar




oysa ben bunu yüreğimin derinliklerinde hissettim çok kere...

15 Ekim 2009 Perşembe

iki insan bir noktaya bakar dururlar, herkes kendi gördüğüne doğrudur der ya, benim için benim hayalim doğru be insan, senin için senin hayalin doğrudur ey can... insana yön göstermek çok zor be ey can, ruhun alabildiğini aklın anlamaz. senin yüreğinde yatan en doğrusu can. bu bir masal bir hikaye değil be ey can, doğada var bu gerçekler anla. doğa sana tüm gerçeği söylüyor ey can, doğayı anlamazsan çok zor be ey can... senin doğan senin ruhun, saygı göstersen, sevgini hiçbir zaman eksik etmesen, aklın gücü ruhuna yetmez be ey can...         aklın gücü doğana yetmez be insan...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

mutluluk

mutluluk, adlandırılması yalan, yaşanması farkedilmez, kaybedilmesi kolay kavram... hep bir adım arkamızda bıraktığımız gülümseyiş... bütün renklerin karıştığı ama siyaha ulaşamadığı bir nokta...
gökkuşağını görüp usanmadan peşinden koşmak gibi belki de...

verilmiş sözler vardı; geçmişten beri peşimize takılan. ne sen ne de ben hiç düşünmeden ilerlediğimiz geleceğimizde vardığımız noktadan mutlu olamadık. bunun aksini söylemek sadece aldatmacalarımızın daha da çocuksusuydu. kaçışlarımız, dönüşlerimiz... hepsi bu oyunun bir parçasıydı. dışarıda her savruluşumuzda birbirimize koştuk. her yanılgımızı birlikteliğin zaferi sandık. gün be gün biraz daha bıraktık kendimizi, biraz daha öldürdük aslımızı... tam o noktada ikimiz de farketmiştik yıkımı. ama inatla gözardı ettik. bir filme, dinlediğimiz bir müziğe giydirdik yaşadıklarımızı. adına büyü dedik, emek dedik, sevgi dedik... şuursuzca adım atmaya çalıştık. her adımda aslında biraz daha uzaklaştık bize dair ne varsa... tam nokta dedik ama hiçbir zaman bilemedik o noktanın nerede olduğunu. bilmeden bekledik birşeyleri. ayağımız her çamura bulandığında birbirimizi suçladık. görünenin ardını merak etmedik. belki de görmek istemedik. orada bizi bekleyen gerçekten korktuk. şimdi düşünüyorum da yanlış dediğimiz gerçekliğimizin altında ne de çok ezmişiz birbirimizi. ardımızda bıraktığımız hayallerimize dönüp ağlamaktan başka da birşey kalmamış avuçlarımızda. gün gelecek unutacağız herşeyi derken sevgimizi unuttuk. bize kalansa unutmayı beklediğimiz ama hep bir adım önümüzde duran yaşanmışlıklarımız. geçmiş, bugün, yarın derken hep savuşturduğumuz "an"ımız. an bu an olsa ve başlasak koşmaya... varacağımız nokta bir deniz kıyısı olabilir mi? geçmiş, geçmiş, geçmiş... hep bahsederken yitirdiğimiz yaşamımız... aslında orada bıraktığımız tek şey "biz"di...

16 Temmuz 2009 Perşembe

ne çok ne az... artık hiçbir ölçü istemiyorum.

26 Haziran 2009 Cuma

imagine...

Imagine there’s no heaven’ Cennetin olmadığını hayal et
It’s easy if you try’ Eğer denersen bu kolay
No hell below us’ Altımızda cehennem yok
Above us only sky’ Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var
Imagine all the people Hayal et bütün insanların
living for today... bu gün için yaşadığını...
Imagine there’s no countries’ Hiç ülke olmadığını hayal et
It isnt hard to do’ Bunu yapmak zor değil
Nothing to kill or die for’ Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok
No religion too’ Ve din de yok
Imagine all the people Hayal et bütün insanların
living life in peace... hayatı barış içinde yaşadığını
Imagine no possesions’ Mülkiyetin olmadığını hayal et
I wonder if you can’ Yapabilir misin merak ediyorum
No need for greed or hunger’ Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok
A brotherhood of man’ İnsanların kardeşliği
Imagine all the people Hayat et bütün insanların
Sharing all the world... Tüm dünyayı paylaştığını
You may say Im a dreamer’ Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin
but Im not the only one’ ama tek ben değilim
I hope some day you’ll join us’ Umarım bir gün sen de bize katılırsın
And the world will live as one Ve dünya tek vücut olarak yaşar...

11 Haziran 2009 Perşembe

git...

Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş... Giderken bu kentten tükür yüzüne, Yalnızlığının... Kalbini, kendini sök yavaş yavaş. Giderken bu kentten sakın ağlama, Sus... Umut ne yaptı sana? Bulut ne söyledi? Unut ne varsa vazgeçtiğin..! Yüzümde Korkularla, İçimde çığlıklarla, Kalbimde simsiyahlar... Nereye gidiyorsun? Yolları, duvarları geç yavaş yavaş. Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını. Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş. Giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının... Ve unut ne yaptı sana! Unut neler anlattı... Unut ne varsa vazgeçtiğin!!! Yüzünde korkularla, İçinde çığlıklarla, Kalbinde simsiyahlar... Nereye gidiyorsun? Hep bu şarkılarla, Kıymetsiz dualarla, Utanmaz bir yağmurla; Nereye gidiyorsun? Bu sahte baharlarla, Kıymetsiz dualarla, Utanmaz bir yağmurla... Yine mi gidiyorsun? Çocuk, Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği... Ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı... Çevir gökyüzüne başını... Bakma arkana! Daha sert basa basa, daha güçlü! Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla! Gitmek yenilmek değil kazanmak da! GİTMEK GİTMEKTİR İŞTE!!!Hepsi bu.

Çocuk, Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin, Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak. Kazı ayak izlerini birer birer kıyı kaldırımlarından... Bakma yüzlerine hiç, görme onları. Çocuk, Bu kez ağlama... Bu kez Git.

24 Mayıs 2009 Pazar


üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "peki o ne yaptı" deme. herkes kendinden sorumludur aşkta... her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.yine içeceksin rakını balığın yanında. üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası.... sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. elbet bitecek güneşe hasret günler. ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

nazım

18 Mayıs 2009 Pazartesi

insan kendi kendine neden takar zincirlerini... anlamak... anlatmaya çalışmak boşuna. hayal gerçeğin bir adım öncesi değil mi ki... yaklaştım o zaman renklerime. gökkuşağının altından geçince değil, renklere bulanınca gerçek oluyor dilekler. içimde birşeyler acıyor... sesim soluğum kesiliyor... ama kanatlarım vazgeçmiyor çırpınmaktan. bilmediğim biryerlere bir tutam güç ekmişim, ben vazgeçtikçe ayağa kaldırıyor ruhumu. yapraklarım solarken an ve an bir tebessüm çiziyor yüzüme.
mutluluk etkisiz kalmaksa eğer, siliniyorum... varediyorum artık beyazdan kalelerimi.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

15.09.2006

gün gelicek unutacağız herşeyi. yaşananlar sadece bir anı olarak can bulacak dillerde. sen ve ben çoğalacağız geleceğimizde. gençliğimizi çocuklarımıza emanet edip yol alacağız okyanuslarda. hergünbiraz daha susayarak, hergün biraz daha kavrularak... denizimize, gökyüzümüze bakarak ... karanlıklar ülkesinden sıyrılıp çoğalacağız.. sen ve ben olacağız maviliklerde... biz olacağız gökyüzünde...

7 Mayıs 2009 Perşembe

"tüm bu gürültü de ne?" dedi kiraz ağacı yıldıza.
"gürültü değil canım. sadece yağmurun ve rüzgarın sesi. hissetmiyor musun dallarına düşen damlaları?"
"ama güneş var bugün.bu yağmur olamaz. mutlaka hissederdim. öylesine özledim ki onun toprakla buluştuğu ilk anlardaki kokusunu... " kiraz ağacı derin bir iç çekti.
"hem sen bu saatte neden geldin? uyuyor olman gerekmez miydi?"
"seni merak ettim benim güzel ağacım. dün akşamki konuşmamızda, gündüzleri yalnız kaldığından şikayetçiydin. yağmuru da gövdeni biraz serinletsin diye ben çağırdım. ama bakıyorum da hiç memnun olmuşa benzemiyorsun bizi gördüğüne." yıldız üzgün bir şekilde yanından geçmekte olan toz bulutunun içine karıştı.
"hayır, hayır. hiç memnun olmaz olur muyum? sadece şaşırdım biraz. yıldıııız! nerdesin? gittin mi?" kiraz ağacı yapraklarından birkaçını rüzgara bıraktı. sanki havalanıp yıldıza ulaşmalarını bekler gibi...
"of yaaa. yine kaldım burada bir başıma. köklerimden bir kutulabilsem... belki şu ilerdeki elma ağacının yanına gider biraz sohbet edebilirdim. ne vardı bu kadar uzağa gidecek... hımmm. belki sesimi duyurabilirim.
heyyy! elma ağacı! heyyy! beni duymuyor musun? offf olmuyor. biraz yaklaşabilsem ona. yıldız da niye gitti ki... ben aslında geldiği için çok sevinmiştim. ama bunu söyleme fırsatı bile bırakmadan gitti. hah buldum. belki şarkımı söylersem gelir tekrar.
L 's for the way you look at meee
O 's for the only one ı see
V 's very very extraordinary
E 's even more than any one that youuu ..."
"bu şarkıyı çok seviyorum. sanki bu şarkıyı duyunca güneş de mutlu oluyor. bulutlar bile dans etmeye başladı. bak! güneş onların arkasından göz kırpıyor. ne iyi ettin de söyledin benim güzel ağacım..."
"neden gittin? "
"kalacağımı söylememiştim ki. sadece seni merak ettiğim için uğramıştım yanına. "
"biraz daha kalamaz mısın? hem sen de gündüzleri dünyayı seyretme fırsatını pek bulamıyorsun. dinlesene bak kuşlar ne kadar da güzel cıvıldıyor. biraz daha kal lütfen?" kiraz ağacı dallarında en kırmızı meyvesini aramaya başlamıştı bile. yıldız onun bu telaşının tadını çıkarmak istiyordu.
" ne o bana meyvenden mi vereceksin yoksa?" diye sordu yıldız
"evet ama daha olgunlaşmamışlar. ahh" kiraz ağacı o sırada olmamış meyvelerinden birini toprağa düşürdü. ve ağlamaya başladı...düşen meyve tepeden aşağı yuvarlandı, elma ağacının altında durdu. yıldız kiraz ağacının neden ağladığına bir anlam veremedi.
"ne oldu benim güzel ağacım? neden ağlıyorsun şimdi?"
"görmüyor musun? meyvelerimden birini düşürdüm."
"anlamıyorum seni. az önce en kırmızı meyveni arıyordun koparmak için."
"iyi ya en kırmızısını arıyordum. düşen ise daha olmamış bir meyveydi."
"üzülme... istersen yağmuru tekrar çağırayım ha ne dersin? hem de bu sefer şakır şakır yağar. tam da senin sevdiğin gibi. güneş de kalır senin için. sonra da beraberce gökkuşağını bekleriz."
kiraz ağacı hala düşen meyvesine bakmaktaydı. sanki yıldızın söylediklerinin hiçbirini duymuyordu.
yıldız ordan oraya koşuşturuyor, yağmuru arıyordu.
" sonunda buldum seni." dedi yağmura.
"yıldız sen mi geldin? ben de tam okyanusa gidiyordum."
"şey... ben senden birşey isteyecektim."
"tabi. yapabileceğim birşeydir umarım."
"gitmeden önce tepedeki kiraz ağacına uğrasak... olmaz mı? bugün olmamış bir meyvesini düşürdü ve çok üzgün. ona iyi gelebilecek bir tek sen varsın."
"olur... sen git ben de hemen geliyorum."
"çok teşekkür ederim yağmur. gece örtünmen için yıldızlardan bir battaniye hediye edeceğim sana."
tepeye vardığında yağmur damlalarını akıtmaya başlamıştı. kiraz ağacı yapraklarını titretti ve yüzünü yağmura döndü. gözyaşları yağmur damlalarına karışarak birer birer toprağa düşüyordu.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

hani demişsin ya "en güzel başlangıç belki de çok düşünülmeden yapılandır", bense en sevdiğim bir başlangıçla başlamak istiyorum...
merhaba, olmayan cennetin meleği...
bugün de hava güneşli, arada yağmur çiseliyor. tam da senin sevdiği gibi... seni sevdiğim gibi...
şimdi sesini duydum uzaktan, ağlıyordun... gözlerim doldu, ağlayamadım... yapamam ki. ağlasaydım biliyorum sen susmazdın. belki de gülümseyemezdin bütün gün...
yaşananları tek tek renklere benzetmişsin ve yaşadığımız, tüm hayatımıza, tek bir renk vermişsin. ve bu rengi de sevmediğimizi, arada kalmışlığndan bahsetmişsin.
aslında hayatımızda, hayallerimizde, yapmak istediklerimizde ve yapacaklarımız içinde milyonlarca renk gizli sadece bunu biz kimseye anlatamadık, gösteremedik ya da...
arada kalmışlığımız da bundandır be aslı, ki varsın görmesin kimse sevdiğimiz o milyonlarca rengi, biz sonuna kadar yaşayalım yetmez mi... "yetmez" dediğini duyar gibiyim. anlat o zaman düşene kadar, kusana kadar anlat o zaman... kendini nasıl varettiğini göster onlara... ve ben yanındayım, ne olur korkma...
umut, belki de aldığımız un ve şekerin karışımından oluşan bir tattır. (üç beyazın tuzsuz ikilisi... tam da sevdiğin gibi) sadece yaratmak bizim elimizde... yavaş yavaş yeriz belki; gülüyorsun değil mi!
"çözümünü sorma bana " demişsin, çözümü budur belki de. belki de derken yanıtını gerçekten bilmediğimi vurgulamak isterim. varolanı değiştirmekse mümkün aslında. arkanı dönmek...
"ben bugün farklı bir dünyada yaşıyorum" dediğin gün, gözlerini gördüm; tedirgindi... olmasın... gel hergün biz kendi farklı dünyamızda yaşayalım. heykel yapıyormuşçasına ya da tablo, bir müzik, bir tiyatro oyunu...
"kendini kandırma der gibisin..." . evet ilk okuduğumda mektubunu, böyle düşünmüştüm. ama haklısın aslı, seni şimdi diğer günlerde olduğundan daha iyi görebiliyorum, yaşayabiliyorum...
bak yağmur hızlandı. (nerde kaldın...) ankara'yı temizliyor şimdi... tertemiz bir ankara'ya"merhaba" diyelim bu gün, biz bugün yeni uyandık diyelim, o bize gülerken biz de ona karşılık verelim. kısa sürerse de yeniden başlarız :)
hergün uyandığımızda, iki dakika gözlerimizi kapatalım ve hayal edelim... sesleri, sevdiğimiz renleri koyalım, yürüdüğümüz kaldırımları izelim. istersek sadece ayak seslerimiz duyulur, arkamızda yatan adamı büyük bir silgiyle silelim, hiç olmamış gibi ;)
önümüzde on tonluk bir kil yığını duruyor, hadi yapmaya başlayalım. korkma yıkılmayacak. şimdilik sadece eskizini çıkartıp maketini tamamlayacağız. güçlenince mermerden çalışmaya başlayacağız... evet biliyorum uzun bir süreç gerektiriyor. ürktmesin bu seni. çünkü bu süreç bir yaratma süreci ve içinde tüm duyguları barındıran. evet en fazla "acıyı" duyumsayacağız belki. bittiğinde ise karşısına geçip, yüreğimizin en güzel yeriyle gülümsemeye başlayacağız...
gitme aslım...

01.05.2009

teşekkür ederim...

30 Nisan 2009 Perşembe

uçak biletimi aldım bile, gidiyorum artık yalnızlığıma... uzun zamandır beklediğim yolculuğum kuş olmuş penceremde beni bekliyormuş meğer...
hoşçakal ankara...

25 Nisan 2009 Cumartesi

nasıl başalyacağıma karar veremedim. en güzel başlangıç belki de çok düşünülmeden yapılandır. bugün hava güneşli. ama insanın içini ısıtacak cinsten değil. yalnızca alışıldık bir aldatmaca bu da. diğerleri gibi... sana sözler vermedim. ne güzel ki tutmak zorunda olduğum yalanlarım da yok. ne diyebilir, ne yapabilirim ki hayatta. yalnızca sana gülümseyebilirim. umut veremem. "herşey güzel olacak, mutluluk yakındır." sana söyleyebileceğim en büyük yalanım olur. (belki biraz "pembe" yalandır bu.) ama biliyorum ki ikimiz de sevmedik bu rengi. arada kalmışlığındandır belki de sevmeyişimiz. konuyu dağıttım biraz. güne güzel başlayamasam da eğlenceli bir müzik açıp, kulaklıklarımı takıp, yalancı güneşimle dans ederek yürüdüm onca yolu. her adımımda farklı bir ben yarattım. farklı bir dünya kurdum. bir sürü renk koydum önüme ve birini seçtim. saçlarımı, gözlerimi, ellerimi boyadım. sonra bir melodi geldi kulağıma. benim şarkım falan demeyeceğim. hayatın ritmini duydum galiba. çok hoşuma gitmedi. bilirsin ben mutlu mesut ezgileri severim. o an anladım ki tutunamamızın sebebi buydu. aradığımız, beklediğimiz şey bu değildi bizim. alışamayışımız ve vazgeçişlerimiz bundandı işte. çözüm mü? çözümü sorma bana. bilmiyorum. ne renklerde gizli... ne de başka bir ezgide... çünkü varolanı değiştirmek mümkün değil. buna alışmak da... kaçmak olası gibi görünse de, kaçılacak yer de farklı değil. sadece anlık uzaklaşmalar yaşanılan dünyadan. gözlerin açıkken hayal kurmak yani. ben bugün farklı bir dünyada yaşıyorum. dünyanın sesine, mevcut rengine yer yok şuanda. ve gördüğüm, duyduğum şeyden çok memnunum. ne o ?.. kendini kandırma der gibisin. biraz da biz kandıralım kendimizi. başkalarının bunu yapmasına izin verdiğimiz yetmedi mi?.. hem bu sefer beni mutlu etti bu oyun. kısa mı sürecek diyorsun. sürsün. yeniden başlarım. "pes edeceksin" dediğini duyar gibiyim. etmeyeceğim. kendi sonuma dek. bana ne dersen de ikna edemeyeceksin. dedim ya kötü bir başlangıcı güzelleştirmeyi başardım bu sefer. sen de şimdi iki dakika kapat gözlerini ve hayal et... neyi mi?.. sesleri, sevdiğin renkleri koy ve yürüdüğün kaldırımları çizmeye başla. istersen yalnızca senin ayak seslerin duyulsun. hadi başla artık...

nasıl? daha iyi hissediyorsun değil mi? burnuna güzel bir koku gelmeye başladı.sanki biryerlerde seni bekleyen o yere yolculuk gibiydi. bunlar yaşadığımız dünyadan daha gerçek. sadece biz inancımızı kaybettik. bu kadar güzel hissettiren birşey yalan olamaz. ulaşıp ulaşamamaksa "SEN"e bağlı.
ben bu yolculuğa çıkmaya karar verdim. eşyalarımı toluyorum artık.öyle fazla birşey almaya da gerek yok. saklanılacak birkaç duvar yalnızca. yürürken ses çıkaracak papuçlar bir de. yaşadığımız yere uyum sağlamaya çalışmak kendimizi öldürmekten başka bir işe yaramadı. ve şimdi bizim sıramız. değiştirelim dünyamızı. inan bana yaşamaya çalışmaktan daha kolay. müzik ve bir kaç renk boya... yeterli güzelleşmeye, güzelleştirmeye...
müzik; artık onları duymamak,
renkler; görmek istemediğimiz şeyleri bir nevi yoketmek için...
hüzünlendiğimi mi düşündün?
hayır! hayır! hiç değil. yalnızca düşünüyordum. bundan sonra yalnızca güzel şeyleri. ya da saçmalamayayım. öyle olağanüstü bir varlık değilim; bunu başarabilecek. kötü şeyler aklıma elbette geliyor ama korkmuyorum. renlerim var artık benim!!!

22 Nisan 2009 Çarşamba

??????

düşümde "korkuyorum" diye bağırmasaydım tırmandığım dağ kanatlanmayacak mıydı? neleri değiştirdik hayatımızda? ufak ayrıntılar içinde neleri gizledik anlayamadığımız?
saniyede kaç kez ya da dakikada kaç vuruş yaptığını bilmediğim bir akış var. uğraşsam sayabilir ya da düzensizliğini giderebilir miyim? ayrıntıları farketmek takıntılara neden oluyorsa farketmeden nasıl yaşanıyor? aklımda bir çok soru... ve çoğuna göre anlamsız, cevaplanamaz... peki ben bunları bumadan kendi çözümlerime nasıl ulaşacağım. ulaşmak çıkaracak mı beni olduğum yerden? normal olmak çıkmak mı ya da... benim bildiğim gidişler mi yalnızca? kalamıyorum... kalmayı başarabildiğimde anlayacaklar mı beni?yaşayabilecek miyim kalabildiğimde... bir seçim yapmaksa hayat "pes" ediyorum. benim seçimlerim çoğunuza anlamsız, varolmayan... o zaman önce büyümeyi öğrenmeliyim. kahve içip geldikten sonra büyümüş sayılacak mıyım? yoksa süt içmeyi bırakmalı mıyım? ne çok anlamlı... ne çok anlamsız... anlaşılan birçok gereksiz soru...
değişiklik mi lazım yaşamaya? sevdiğim rengi değiştirsem mesela. ya da hiç sevmediğim bir renge boyasam duvarlarımı. alışabilir miyim? yanlış tercihlerin üstüne gitsem, varacağım nokta deniz kıyısı olur mu? denizi sevmekten vazgeçebilir miyim? gökyüzü göründüğünden daha başka görünebilir mi? ya gökkuşağı... gördüğüm renkleri değişebilir mi? içtiğim çayın tadını değştirebilir miyim? kaç farklı gülüşüm olabilir? duygularımı, duyularımı değiştirmek mümkün mü?
zaman makinem olsa nereye giderdim? insanın haytı ne çok keşkeyle dolu...
ayak seslerinin anımsattığı boş bir anfideki sınav kokan yankılar... söylenmiş birçok yalan... ve gücüm olmadan inanmış gibi oynayıp durduğum kocaman bir dünya. içinde küçücük kaldığım yanlışlar. kendimden uzaklaştığım her her saniye, ölüme ilerleyen yaşlanmış bir beden. bir gün gözlerimi açacağım, tanımadığım bir surat aynadan beni izlior olacak. gümüş rengi bir rüya peşimi bırakmaksızın izleyecek hergece. korku içinde uyandığım geceler. bölük pörçük uykular, uyanamayışlarım. hepsi birer yanılsama hayatın içinde. bir süreç geçecek olan. anlaşılmaz olan yaşanılan ömür de bir süreç. dakikalar, saatlerle sınırlandırılan zaman dilimi. nasl geçtiği ise sana bağlı...
ışık gölgeleri oluşturur. gölgesiz oyun olmaz biliyorsun. bundan kurtulmanın en kolay yolu ise karanlık... karanlıktan korkmamayı öğrendiğim gün çok mutlu oldum. sonra renkleri kullanmayı öğrendim. süsledim odamı, yatağımı, saçlarımı, gözlerimi... ama kaçışım... işte bu en büyük oyunumu yarattı.
bir resim çiziyorum ve bunu beğenmeme şansı yok!!!

5 Mart 2009 Perşembe

aşk'a...


madem ki bir aşkın var, ne güzel tadını çıkar...her şeye boşver ve aşkı yaşa... ille de büyük aşk olması gerekmez;yaşanan her aşk büyüktür, yeter ki çıkarmasını bil... çok büyük umutlar bağlama,yarını hiç düşünmeden,günü gününe sev, sevginin tadını çıkar...
sevgide geleceği düşünürsen aşkı bombok edersin. sakın haaa ...sonsuz monsuz diye herifin başını yeme...her şeye boşver;öylesine sev ki, sevdiğin erkeği bile umursama,salt kendin için sev,bencilce yaşa aşkı, bütün maddesiyle... yaşamdan elinde kala kala salt yaşadığın sevgiler kalır sonunda, aslolan aşktır yaşamda...dolu dolu, dolu dizgin,zilzurna,saniye saniye aşkı yaşayarak sev... iki yil, üç yıl sürecek diye umutlanıp enayilik etme... ister sürer, ister sürmez....sen o anı yaşa yeter ki...
yitirdiğin zaman; yaşadıklarını kazanmış olacaksın... sonunda elbet yitireceksin, ama yitireceğini hiç düşünme;çünkü aynı zamanda kazanmışsındır da...anılar kazanıyorsun daha ne...iç o zaman, sarhoş ol... yüce yüce şeyler düşünme severken, sevgiyi berbat edersin;çünkü sevginin kendisinden daha yüce bir şey olmaz...
aferin sana seviyorsan,seviliyorsan...sakın kuşkulara kapılma. severken yirmi yıl sonrasını değil,yirmi dakika sonrasini bile düşünme...an an yaşa, derin derin hem de...
afferin sana...çok sevindim. işe güce boşver...keyfince yaşa, sev...sevildikce sev,sevilmeyince de tastamam boşver ve o zaman o güzelim yalnızlığına sarıl...o yalnızlık ki, bütün sevgilerden daha güzeldir ve sonunda .........kollarımızla sararız... o zaman da hiç üzülmeyeceksin.çünkü nasıl olsa, sığınacak bir yalnızlığımız var;günün birinde anamız bile bizi bırakır gider,ama o yalnızlığımız,biz yaşadıkça bizi hiç bırakmaz... severken bunları düşünme,lütfen yarınsız sev ki, sevginin tadını çıkarasın.


hadi, sevgiyle öperim. yaşa sen...

aziz nesin/yarim kalmiş öyküler

İzleyiciler